HER GÜNÜ BAYRAM SEVİNCİNDE YAŞAMAK

Her Günü Bayram Sevincinde YaşamakHaftalar öncesinden başlardı bayram telaşı... Annem;  ben ve diğer iki kardeşimin kıyafetlerini özenle  hazırlardı... Kimilerini satın alırdı kimilerini kendi dikerdi. Bayram sabahına kadar onlar hiç giyilmezdi. Her bayramın giysileri ayrı olurdu. Yepyeni, hiç giyilmemiş giysiler... Rengarenk, cıvıl cıvıl...

Arife günü annemin tabiriyle iki ayağını bir pabucun içine sokma misali koşuşturur dururdu. Yemekler hazırlanırdı, bayram süresince yetecek, tepsi tepsi tatlılar olurdu konuklara ikram edilecek... Her şey çok özel hazırlanırdı o bir kaç gün için... İsterdi ki annem, her şey arife günü bitsin ve bayram sabahı herkes, kendisi dahil yeni giysileriyle birbirinin bayramını kutlasın, kucaklaşsın.

Benim anılarımda hiç unutamadığım akşamdan hazırlanan giysilerim olurdu. Kardeşimle aramızda çok az yaş farkı olduğu için annem bizi ikiz gibi bir örnek giydirirdi ve hep içimden isyan ederdim “Ama ben başkayım!”. Annem bu şikayetimi hiç duymadı ama ben içimden tekrarlar dururdum. Yine de yeni giysilerim, çoraplarım, rugan ayakkabılarım, her şey yepyeni ve ben, büyük bir heyecanla sabahın olmasını beklerdim onları giymek için...

Ve bayram sabahı gelip çattığında içimde sebebi olmayan bir heyecan ve coşku olurdu, içim içime sığmazdı... Yüreğim kıpır kıpır, içim sevgi dolu… Önce giysilerimizi giyerdik, saçlarımız taranır varsa süs için takılarımız takılırdı, hafızamda hatırladığım pembe taşlı bir geyiğim vardı elbiseme taktığım... Sanki onu takınca her şey tamamlanmış olurdu.

Herkes hazır olunca hepimiz babamın önünde yaş sırasına dizilirdik. Önce annem babamın elini öperdi, sonra sırasıyla bizler. Herkes herkesi öper, kucaklardı. Bu seremoniyi babamın vereceği harçlıklar tamamlardı. Ağabeyime her zaman kız kardeşim ve benden fazla verilirdi... Kızardım için için ama bunu da hiç kimse bilmedi… İsterdim ki bana da onunki kadar param verilsin... Sonra akraba ziyaretleri başlardı. Önce ailenin en büyüğü ziyaret edilirdi. Tüm aile bir araya gelir ve bayram yemeği yenirdi. Bu yemekte bana göre bir kuş sütü eksik olurdu. Hayatın normal akışının dışında özel yemekler hazırlanırdı. Bir anne tarafı bir baba tarafı derken coşkulu sevgi paylaşımıyla geçerdi ilk gün, her bir büyüğümüzden aldığımız harçlıklar ise bu ritüelin en hoş yanıydı. Akşam evimize geldiğimizde bayram harçlıklarımızı defalarca sayardık… Normalde sahip olmadığımız paralardı bunlar. Annem hemen kumbarayı uzatırdı, İş Bankası'nın dağıttığı, “Birazını saklamaya ne dersiniz?” Ya da babam seslenirdi “İsterseniz ben sizin için saklarım.”.

Kumbarada biriken paraların bankaya yatırma seremonisi de ayrı bir keyifti o zamanlar ve paralarımızın bir kısmı kumbaraya girerdi. Kalanlarla; macun, sakız, şeker vs alır harcar bitirirdik büyük bir coşkuyla... O zamanlar başka alınacak pek bir şey yoktu abur cubur adına...

Sokaklarda oynardık kar kışta olsa, tüm çocuklar bir arada, coşkuyla, harçlıklarımızla aldıklarımızı paylaşırdık sevgiyle... Maytap kokuları ve her bir çocuğun elindeki mantar tabancalarının çıkardığı gürültü ile dolardı sokaklar. Bazen ayı oynatıcıları bir ayı eşliğinde gelirdi. “Hamamda nasıl bayılınır?” izlerdik keyifle ve harçlığımızın bir bölümünü bu seyre bırakırdık. Bayramlarda yasak olmazdı. Bizde özgürlüğümüzü sonuna kadar kullanırdık sevinçle... Sorumsuzca harcadığımız paramız, istediğimizi yapma özgürlüğümüz, tadına doyum olmayan sevgi paylaşımları, daha ne isterdik ki…

Keşke tüm yaşamımız bayram sevincinde yaşanabilse!!! Şimdilerde anılarda kalan o günlerin duygu yoğunluğu ile baş başayım. Unuttuk o günlerdeki hiç sebepsiz mutlulukları, çoşkuları, unuttuk aile büyüklerimizle olmayı, birliği, beraberliği, paylaşmayı... Sevinçlerimizin yerini kaygılarımız aldı. Hiç bir şeyimiz yokken o denli mutluyken şimdilerde her şeyimiz var ama  hala arayışlarımız devam ediyor. Büyüdük varlık içinde ama yokluğu öğrendik ve yokluğu, yoksunluğu deneyimler olduk. Güzel olan her şeyi unuttuk ve şimdi sanki hiç yaşamamışcasına o güzellikleri arar olduk.

Çünkü somut şeylerin peşine düştük, onları elde ettikçe kendimizi daha değerli hisseder olduk. Giderek somut şeyler manevi değerlerimizin yerini almaya başladı. Kendi değersizliğimiz o denli arttı ki artık somut şeylerde yetmez oldu. Ya da sahip olduklarımızı kaybetmek kendimizi de kaybetmekle aş anlama geliyordu. Kendimizle istek ve arzularımız içselliğimizde buluşamaz olmuştu. İçimiz korkular ve kaygılar ile sarıldı. Böylece manevi dünyadan maddi dünyaya geçiş yapmış olduk.

Şimdilerde  maddi dünyanın insanı yaşamda mutlu edemeyeceğine uyanmaya başladık. Ve tekrar kimilerimizin bilmediği, kimilerimizin de anılarında kalan manevi değerlerin peşine düşer olduk... Çünkü biliyoruz ki artık ancak o zaman kendi özümüzle buluşabileceğiz. Ve ancak o zaman içsel ihtiyaçlarımızla buluşup tam ve bütün olabilmeyi gerçekleştireceğiz. İşte o zaman tüm yaşamımız bayram sevinci içinde yaşanacaktır...

İç dünyanızla buluşmanız dileklerimle...

Fotoğraf: Steven Depolo ~ Flickr
Creative Commons Attribution 2.0 Generic (CC BY 2.0)

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.