Zihnimiz boşlukları hemen doldurur. Kurduğumuz hayallerle bu boşlukları istersek biz kurgulayabiliriz.
Yine hüsran, yine hayal kırıklığı hissediyordu yüreğinde. Olan biteni artık anlayamaz olmuştu. İlişki dese ilişki değildi yaşadığı, ayrılık hiç değildi... Peki, neydi yaşananlar? Kendisini uyuşturucu bağımlısı biri gibi hissetmeye başlayalı uzunca zaman olmuştu.
Ama uyuşturucusu alkol, bir ilaç ya da bir toz değildi, onu bir insan uyuşturuyordu ve bir türlü de ondan vazgeçemiyordu.
Ondan başka hiç kimse ve hatta hiç bir şey onun için pek bir şey ifade etmiyordu yaşantısında belli etmese de. Nasılsa zihni her bir davranışına karşılık bir cevap bulurdu insanlara. Hep böyle olmamış mıydı? Geçiştiriyordu gerçekleri çevresindekilere oynayarak. Ama kendisine, işte kendisine yapamıyordu, bedeninde duygularıyla buluşuyor ve bedeninin tepkileri ona kendi gerçeğini sürekli hatırlatıyordu. Adeta bedeni zihnindeki bağımlılık kalıplarına tepki vermekteydi. Hastalanıyordu sık sık, yada ağrıları oluyordu orasında burasında... Artık öyle bir hale gelmişti ki bir yanda sevgilisi, ona sevgili denir miydi onu da pek bilmiyordu, bir ayrı bir barışık ilişkisinde... Bir yanda da zihni ile mücadele eden bedeni… O ise zihnine yenilmişti tıpkı sevgilisine yenildiği gibi...
Aldatılıyordu ve bunu da bir şekilde biliyordu ama ona hayır diyecek gücü hiç yoktu. Onu gördüğü ya da sesini işittiği an dünya duruyordu adeta. Aldığı tüm kararlar siliniyor, nefretin yerini yeni ümitler alıyordu. Defalarca dönen bir plak gibi takılı kalmıştı zamana.
İçindeki ses “Bırak beni.” diyordu, kendisinin bırakmaya dermanı yoktu, hiç değilse o bıraksaydı ve bu işkence bitseydi... Bazen delirmek üzere olduğunu düşünüyordu, ve kendine soruyordu; “Bu nasıl sevgi?”, “Aşk denilen bu muydu?”. Yok yok olamazdı. Olsa olsa o kendine aşık olabilirdi. Aksi halde böyle acı çektirir miydi insan. Gözyaşları içinde bırak, bırak diye yalvardı içinden...
Seviyordu onu ve yaşadığı en derin aşkıydı ve öylesine bağımlıydı ki ne mümkündü ayrılmak… Kendine kahretmekten başka yapacağı pek bir şeyi de yok gibiydi… Bu ilişki onu yok etmekteydi adeta… Her ayrılışlarında kendini özgür hisseder ve bu yükün bittiğini düşünürdü ve unutma çabasına girince de bunun pek de kolay olmadığını görürdü. Ne mümkündü unutmak, gözlerini, kokusunu, tenini, ellerini... seviyordu kahretsin!
Dünyası altüst olmuştu. Zihnindeki gitgellerle perişandı. Asıl zor olan sevda acısını çevresine belli etmemek adına oynadığı roldü, isyan eden bedenine rağmen. Zihni kısır döngünün içinde benliğini kaybettirmişti...
Evet, ayrılacaktı! Ve bu kararı da sevgilisinden gelmesini beklemeyecekti... O, öylesine rahattı ki, sanki yaşananlar umurunda değildi. Ama artık bedeninin uyarıları dayanılmaz bir hal almıştı. Bir şeyler değişmeliydi. Duygular değişmedikçe bedeninin tepkileri de değişmeyecekti. İçindeki ses “Hadi!” diyordu “Cesaret, yapabilirsin...”. O akşam buluşmaya karar verdi... Tüm gücünü topladı ve ayrılık kararını o çok sevdiği, göz bebeği, her şeyi diye bildiği sevgilisine söylediğinde kendi bile kulaklarına inanamıyordu. Ama söz ağzından çıkmıştı ilk kez ve geri dönüşü yoktu... Artık biliyordu o ana kadar kaybettiği sevgilisiydi. Şimdi ise kaybettiği kendini, özünü bulmalı ve hayatına yeniden başlamalıydı, zihninde onunla tanıştığı zamana gitti ve tüm yaşananları yok sayarcasına bıraktığı yerden yeniden varoluşunu hayal etti. Bu kararı vermek zorundaydı aksi halde ya kendi yok olacaktı ya da sevgilisini yok edecekti. Yok etmeyi seçti. Nihayet kendi özünün değerini fark etmişti ve nihayet yeni bir hayat için uyanmıştı.
Evren boşlukları sevmez! Zihnimiz boşlukları hemen doldurur. Kurduğumuz hayallerle bu boşlukları istersek biz kurgulayabiliriz. İstersek yepyeni bir hayatın kapılarını kendimize açabiliriz. Tüm bunları bir tek şekilde yapabiliriz, İSTERSEK... Karar sizin dostlar…
Sevgiyle kalın.
Fotoğraf: Stillwellmike ~ Flickr
Creative Commons Attribution-Share Alike 2.0 Generic (CC BY-SA 2.0)
Web Sitesi Hizmeti ~ www.altanakay.com
