İLİŞKİLER – İLETİŞİM

İlişkiler - İletişimKarşı karşıya gelen iki kişi birbirine karşılıklı ileti gönderir. Bu iletiler:
a) sözlü
b) sözsüz(beden dili) olarak gerçekleşir.

Her bir ileti, kişinin algı filtrelerinden geçer(silinir, bozulur, genellenir) ve bilinçaltlarına kaydolur. Böylece kişi bir şey öğrenmiş olur. Bir sonraki davranışlarında da bu öğretiyi sözlü-sözsüz kullanır. Artık bildiği bir şey vardır ve onu iletişim kurduğu kişilerde gördüğünde tanır, bilir.

Sözlü iletişim kişinin kendisini ifade edişinin bir yoludur. Kendi belleğine kaydettiklerini, kendi kişiliğinin oluşumunda kullanır ve kendi değerlerini belirler. Değerleri onun yaşamında önem verdiği şeylerdir. Kendini ifade ederken de inançlarını ve değerlerini anlatır. Değer ve inançlarının yaşamındaki izdüşümlerinden bahseder. Arzu ve istekleri ile değerlerinden oluşan hedeflerine ulaşmaya çalışır. Bunu yaparken de duyguları ona hizmet eder.

Sözsüz iletişim ise beden dilini ifade eder. Beden dili bilinçaltının dışa vurumudur. Bir başka deyişle duyguların bedende ifade bulmasıdır. Beden dili asla yalan söylemez. Bir kişi mutsuz mu? Yetersiz mi? Baskı altında mı? Özgür mü? Tüm bunları bedenin duruş biçimi ile anlamak mümkündür. Peki niye iletişimde zorluklar yaşıyoruz?

  1. Çünkü değer yargılarımız farklıdır.
  2. Çünkü farklı kültürlerden geliyor olabiliriz.
  3. Çünkü inançlarımız farklıdır.
  4. Çünkü kişiliklerimiz farklıdır.
  5. Çünkü karakterlerimiz farklıdır.
  6. Çünkü gelişim süreçlerimiz eşit ölçekli olmayabilir.
  7. Eğitim seviyeleri farklı olabilir.
  8. Ve daha pek çok neden vardır.

Ama en önemlisi herkesin kendi içselliğinde tam ve bütün olabilmesi için bütünleşmeye ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyaçları iletişim kurduğumuz kişilerle gideririz. Özetle yaşamımızda karşımıza gelen insanlar, tesadüfen değil de, bizim ihtiyaçlarımıza karşılık olarak gelmektedir. Ancak bu bakış açısıyla kendimizle yüzleşip kendi içimizde tam ve bütün olmayı başarabildiğimizde mükemmel iletişimler kurabiliriz.

Peki istersek iyi bir iletişim kurabilir miyiz?

Evet istesek karşımızdaki kişi ile empati kurarak yani olaylara ve ilişkimize karşımızdakini ayakkabılarını giyerek bakarsak onu anlamaya başlarız ve niye iletişim kuramadığımızı anlarız.

Peki biz ne yapıyoruz?

Biz empati kurmak ve olaylara dışarıdan bakmak yerine, ilişkinin içine giriyoruz. İlişkiye duygularımızı, algılarımızı katıyoruz. Bu durum iletişimde etki/tepki faktörünü yaratıyor. Böylece olaylar karşısında objektif olmak yerine subjektif olmayı seçiyoruz. Subjektif bir iletişim bizim bilinçaltı kayıtlarımızın tetiklenmesi anlamına gelir. Yani kendimizi sorunun içinde görüp sorun ile özdeşleşiriz. Böylece kendimizi karşımızdaki kişiden ayrı görmeye başlarız, onu sınıflandırırız. Yani ikilikçi bir düşünce oluştururuz.

Kendimizi karşımızdaki kişiden ayrı görmek bizim kendi sorumluluğumuzu irdeleme gerçeğini görmezden gelmemize neden olabiliyor. Başımıza gelen olayların veya yaşadığımız olumsuz duyguların sorumlusu olarak karşımızdakini görürüz. Yani bir suçlu, bir kurban ararız. Böylece ilişkide bir kazanan bir de kaybeden var olur. İşte iletişim bu noktada bozulur.

Peki iletişimde huzur nerede?

Huzur kişinin içinde, kendi oluşturduğu içsel dengesindedir. Empati kurduğumuzda karşımızdaki ile bir olurken, ikilikçi düşüncede ise kendimizi karşımızdaki kişiden ayrı olarak kabul ederiz. İşte birlik hissi bize huzur verirken ayrılık hissi bizim huzurumuzu bozar.

Mutluluk var mı?

Evet mutluluk anda mevcuttur, şimdi ve burada vardır. Zihnimiz ayrılık düşüncesindeyken, kendimizi var etmeye çalışırken, değersizlik ve yetersizlik duyguları ile savaşırken mutlu olmamız mümkün değildir. Mutluluk içimizle dışımızı bir edebildiğimizde hissettiğimiz duygudur.

Bizler evrenin içinde evrenle bir olabildiğimizi hissettiğimizde mutluyuzdur. Örneğin bir çiçeği kopardığınızda onu bağlı bulunduğu bütünlükten ayırmış olursunuz. İnsan da aynı şekilde kendini diğer insanlardan ayrı hissettiğinde mutsuz olur. Çünkü ayrılık hissi kişinin kendi gerçeğini saklamasına ve roller yaparak hayatını sürdürmesi demektir. Kişinin içselliğinde hissettiği her eksik yönü onun diğerlerinden ayrı olduğunu hatırlamasına neden olur. Kendini istenmeyen, sevilmeyen, arzu edilmeyen biri olarak görür. Belleğinde böyle bir kayıt taşıyan kişi iletişime girdiğinde kendini kabul ettirmek ve var olabilmek için ya fedakarlık yapar, kurban rolüne bürünür, ya da sürekli kendini savunarak, uçlarda yaşayarak kendini ifade edebilmek için isyankar rolüne bürünür. Bu ilişkide denge ve mutluluk yoktur.

İlişkide kararları kim verir?

Sağlıklı bir ilişkide her iki tarafta kazan/kazan yöntemi gereği kararları verebilir. Alınan kararlar her iki tarafa da katma değer katmalıdır. Sağlıklı ilişki geliştirir.

Sapkın bir ilişkide ise taraflardan biri güçlü ise genellikle kararları o verir diğeri ise yani kararları vermeyen bağımlılık oluşturur. Sapkın ilişki kişileri köreltir.

Peki ne yapmalıyız?

Önce kendi gerçeğimizi her yönümüzle sevgiyle kabul etmeliyiz. Yani önce kendimize sevgi ve saygı göstermeliyiz. Olayları kişisel algılamayıp, objektif bir bakış açısıyla bakıp bütünsel değerlendirmeliyiz. Yaşadığımız her deneyimin bize ne öğrettiğini, hangi zayıf yönümüze dokunduğunu fark etmemiz gerekir. Böylece kendi sorumluluğumuzun farkında olup yaşamımızda neleri yarattığımızı daha net olarak fark ederiz. Böylece bütünden ayrılmamış, sevgi ile davranışlarımızı sürdürür oluruz. Bu durum bizim her zaman eylem içinde bulunmamızı sağlar. Atalet devre dışı kalır. Buda bizim anda, şimdi ve burada kalmamızı sağlar ki işte mutluluk artık bizimledir.

Sevgiyle kalın

Fotoğraf: depone ~ Flickr
Creative Commons Attribution-Share Alike 2.0 Generic (CC BY-SA 2.0)

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.