SİHİRLİ DEĞNEK
Zihnimi izlediğimde içimdeki sonsuz sevinç duygusuna kavuşuyordum...
Saatin çalan sesi kulaklarımda çınladı. Bunun tek bir anlamı vardı, saat 06.00 olduğu gerçeğiydi ve ben sıcak yatağımdan kalkmayı hiç istemiyordum. Zihnimin bu isteksiz uyanışına birde gün boyunca yaşanacakların hatırlanışı eklenince bedenim iyice ağırlaştı.
Uykudayken zihnimdeki her şey nasılda uyuyordu ve uyanışla beraber onlarda kaldıkları yerden zihnimin içinde hareket etmeye devam ediyorlardı.
Yatmak çabası nafile boş uğraştı. Kalkmak lazımdı. Niye lazımdı ki, kalkmasam ne olurdu, bu fikir hoşuma gitti, keyifle döndüm yatağın öbür tarafına sanki hiç kalkmayacakmışım gibi. Zihnim sustu, oh ne hoş derken, hop yeniden başladı konuşmaya, geç kalacaksın, trafik artacak, acil bekleyen işler var, gecikmemelisin... Uf uf, kalkayım bari! Sonra birden aklıma bir oyun oynamak geldi, yakınmayı bırakmak, yaşayacaklarıma hiç anlam yüklememek, böyle bir oyun oynasam nasıl olurdu. Nasılsa öyle de böyle de yaşıyordum. İlk iş olarak zihnimdeki yakınma düşüncelerini ve tabi ki beraberindeki mutsuzluk, huzursuzluk duygularını sanki tahtada bir yazıyı silermiş gibi sildim. Olmadı tekrar denedim. Galiba oldu. İçimde bir boşluk oluştu, rahatlamıştım ve bu boşluk sevinç duygusuyla doldu. Derin bir nefes aldım, daha enerjik olduğumu fark ettim. Ben zihnimi boşalttığımda veya düşüncelerden uzaklaştığımda duygularından da uzaklaşmıştım. Dolayısıyla sıkıntı duyulacak endişe edilecek, mutsuz olunacak bir şey kalmamıştı. Yapmam gerekenleri yine yapıyordum, Değişen bir şey yoktu ama ben kendimi daha mutlu hissediyordum. Hele o sebepsiz sevinç duygusu, işte o çok hoştu.
Sanki doping almış gibiydim, o hızla hazırlanıp evden dışarı çıktım, tam sokağı dönmüştüm ki karşıma pembe ve mavi bulutların kaplı olduğu gökyüzü çıktı. Harikulade bir tabiat tablosu vardı gözlerimin önünde. Birden aynı sevinç duygusu tekrar kapladı içimi. Özgür hissettim kendimi. Biraz daha ilerlemiştim ki güneşin altın pırıltıları saçan ışıklarını gördüm. O pembe mavi bulutların arasında kendini göstermişti. Tablo daha da bir güzelleşmişti. Ben içimde sevinç duygusunu taşırken evrende beni destekler gibiydi.
Bu oyun hoşuma gitmişti, bu oyunu gerçekleştirebilmem için yapmam gereken sadece zihnimi izlemek ve gelen düşünceleri fark etmek veya onların zihnimdeki yerlerini değiştirmek, yahut da, silerek yok etmekti. Bu durum ruh halimi de değiştiriyordu. Ben bunu her yaptığımda zihnim bir yeni düşünceyle kaplanıveriyordu. Anladım ki zihin boşluğu sevmiyordu. Bir düşünceyi fark ettiğimde ya hemen yerine yenisi geliyordu ya da eğer ben farkındalığımı sürdürmeye devam edersem bu kez boşluğun yerini sonsuz sevinç duygusu kaplıyor ve benim enerjim yükseliyordu. Yükselen enerjimle baş etmem gereken her şey için yeterince donanımlı bir hale geliyordum. Algılarım yükseliyor, bedenim daha da gevşemiş bir hal alıyordu. Bu oyun sayesinde sanki bana sihirli bir değnek değmiş gibiydi. Başlangıçta zihnimi durdurabilmek pek kolay olmuyordu. Bu durumdan zihnimin pek de hoşlanmadığını fark ettim. Öyle ya yaptığım bu zihin çalışmasının sonucu olarak zihnim geçici bir süreyle de olsa durabiliyordu. Zamanla boşlukların süresi uzamaya başladı ve sevinç duygusu ile beraber içimdeki enerjide açığa çıkmaya başladı.
Yaşam kendi akışında olması gerektiği gibi devam ediyordu ama artık benim bakış açılarım değişmişti. Eskiden sorun diye gördüklerim artık zihnimi meşgul etmiyordu. İşin ilginç yanı yaşamımda da pozitif anlamda değişimler kendini göstermeye başlamıştı.
Anladım ki işin özü kendimizde bitiyordu. Ben zihnimi takip etmeyi öğrenebildiğimde, ruh halimi de kontrol edebiliyordum. Bu durum bedenimde rahatlamama ve zihnimde de daha pozitif düşünceler içine girmemi sağlıyordu. Zihnimde yarattığım boşluk ise sonsuz sevinç, sonsuz mutluluk ve özgürlük deneyimiydi.
Evet dostlar o sabah kendime sihirli bir değnek değdirmiştim... Ve biliyorum ki ben istediğim sürece bu değnek benimle birlikte olacak.
Sevgiyle kalın
Fotoğraf: Sam Bald - Flickr
Creative Commons Attribution 2.0 Generic (CC BY 2.0)

ÖNCEKİ YAZI
SONRAKİ YAZI